Pazar, Aralık 31, 2017

2017'nin son gününe not


"Bizlere dadanan her yakıcı umutsuzluk, her küstah acı, bir güzelliğe, bir yaşama direncine dönmek zorundadır ister istemez. Anlam da bizde, anlamsızlık da..."
Edip Cansever

Pazar, Haziran 18, 2017

Söyle Sevda İçinde Türkümüzü

Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan, dallarla, bulutlarla bir,
Aynı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir?
Yaşamak bu kadar güzelken?

Fazıl Hüsnü Dağlarca (Varlık Dergisi)

Cumartesi, Mart 19, 2016

Tarihe Not: Boş Puset - 19.03.2016

İçimiz yanıyor, üzüntümüz öfkeye dönüşüyor, kızıyoruz, bazen öfkemizi kontrol edemiyoruz.
Öfkemden söyleniyorum kendi kendime, söyleniyorum, söyleniyorum...
Ama sonra o fotoğrafı görüyorum ya; o boş puset fotoğrafını...
Allah'ım o nasıl can yakıcı, nasıl acıtıcı bir fotoğraf öyle...
Susuyorum ondan sonra...
Duygumu tanımlayamıyorum ki ne anlatayım daha...

Türk müyüz Kürt mü, alevi miyiz sünnî mi, paralel miyiz değil mi, gezici miyiz değil mi? İstihbarat konusunda güçlü olduğumuz alanlar bunlar maalesef.
Hal böyle iken acımız nasıl dinsin?
Ne kadar küçük parçalara ayırdınız bizi?
Nefret yüklü küçük parçalar...
Oysa insan olmak ya da olmamak, bütün mesele bu değil miydi?
Keşke azıcık utansanız, belki bu bile kâfi gelecek insan olduğunuzu hatırlamaya.

Yazıklar olsun ama hepimize yazıklar olsun...


Pazar, Mart 15, 2015

Kimin?

"Bir insan size alın teriyle zengin olduğunu söylerse, ona şunu sorun; kimin alın teriyle ?

Don Marquis

Cuma, Mart 13, 2015

Gidiş Yolu

Dünden beri bazı arkadaşlarım, hekimlerin nöbet zammıyla ilgili "Sen ne düşünüyorsun?" diye ısrarla soruyorlar. Buradan da toplu cevap yazmış olayım.

Meslektaşlarım kızmasınlar ama düşüncem şöyle:

Öncelikle ve çok önemli olarak söylemek istediğim: Nöbet saatine yapılmış 3 TL zammı, "doktor maaşlarına %50 zam" gibi göstermek, büyük ayıptır. Bugünkü haliyle, bir hekimin emekliliğine yansıyan bir durum olmadığı sürece, mükemmel yapılmış gibi gösterilen her şey trajikomiktir. Ancak genel olarak baktığımızda medyanın içler acısı halini görüyoruz. Eh, medyanın bu durumundan bizler de nasibimizi alacağız elbette.

Ama şu da var ki; nöbetin saatine yapılmış 3 TL zam az değil diye düşünüyorum. Sonuçta ayda sadece bir saat nöbet tutmuyoruz. O yüzden sosyal medyada gördüğüm bazı tepkileri bizlere yakıştıramıyorum.

Takip edebildiğim kadarıyla sosyal medyada yazılan bazı şeyler, bizleri, sanki sürekli para için ağlayan kişiler durumuna sokmaktadır. Bunda biz hekimlerin de payı olduğunu düşünüyorum. Medyanın olayı nasıl haber yaptığına kızıp ona tepki gösterirken, dışarıdan nasıl göründüğümüze de dikkat etmeliyiz. İşimiz ekip işi. Örneğin, bugün yapılmış g(ö)revin önemin ve yüceliğini azaltacak paylaşımlarda bulunmak, işimiz sadece paraymış gibi anlaşılabilecek söylemler, sağlığın her kademesindeki yol arkadaşlarımızı derinden etkileyecektir.

Evet, sistem bizi sürekli hastayla karşı karşıya kalmak durumuna itiyor.
Evet, bazen kendimizi hastalarımıza anlatmakta çok zorlanıyoruz.
Evet, anlaşılamıyoruz, -kesin bilgi.
Demek ki başka bir ifade yoluna ihtiyacımız var.
Örneğin; kaliteli, ülkemizde ve hatta dünyada ses getirebilecek bilimsel çalışmalar yapmak, kaliteli ve yüksek atıf alacak makaleler yazmak gibi vs. vs... Hangi alanda çalışırsak çalışalım bu mümkün. Liste epeyce de uzatılabilir.

Enerjimizi daha kaliteli üretim için harcadığımızda, belki de, herkese ne demek istediğimizi anlatmakta bu kadar zorlanmayacağız zaten. Bence denemeye değer.

Haydi kalın sağlıcakla
Mart 2015, İpek

Perşembe, Ocak 01, 2015

Cuma, Aralık 26, 2014

Gün Bugün

"Bir kör dövüş sürüyor bu keşmekeş hanede; ola ki hane diye düştük tımarhaneye."

Alıntı

Salı, Aralık 23, 2014

Öylesine

İnsanlar gittikçe zigon sehpalara benziyorlar. "Hiyerarşik binişiklik".

-ipek'ten-

Pazar, Aralık 21, 2014

KMM2

...

Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince, insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.

Halbuki şimdi her şey değişmişti.

...

Her günüm, her saatim, uyuduğum zamanlar bile dopdoluydu. Bana sadece yorgunluk veren uzuvlarımın değil, ruhumun da yaşamaya başladığını, içimde, haberim olmadan bekleşen üstü örtülü derin tarafların da birdenbire meydana çıkarak bana fevkalade cazip, kıymetli manzaralar arz ettiklerini görüyordum. Maria Puder bana bir ruhum olduğunu öğretmişti...

...

Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi.

Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya-, başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu...

...

Kürk Mantolu Madonna - sf.86-87

Cumartesi, Aralık 20, 2014

KMM-1

"Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim"

Kürk Mantolu Madonna, sf 51

Pazar, Ekim 12, 2014

Ölümle Randevu

Mario Mazzanti'nin önceki iki kitabını da okumuş ve çok sevmiş olmama rağmen, bu kitabı için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.

Aksiyon var mı? Eh, öncekiler kadar değil.
Gizem var mı? Evet var ama Dan Brawn tadı alıyorsunuz durmadan. Zaten yazarın kendisi de kitabın içinde bu durumdan bahsetmiş.

Kitabı okurken, Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası geldi aklıma. İstanbul Hatırası bizi, yani İstanbul'u anlattığı için tabii ki, acaip keyif almıştım okurken.

Ölümle Randevu ise İtalya'nın özellikle de Milano'nun tarihinden ayrıntılı kesitler veriyor. İlgisi olanların hoşuna gidebilir elbet. Ama içinde geçen oldukça yoğun yabancı kelime ve o tarihe ait bilgi beni sıktı açıkçası.

Her zamanki kriterimi uygulayarak önerimi sunayım yine. Eğer kitap okuma alışkanlığını yeni yeni kazanıyor iseniz, bu kitabı okumayın. Sıkılıp, kitap okumayı da bırakmayın sonra.
Bu kitabını sevmesem de Mario Mazzanti benim için her zaman okunabilitesi yüksek yazarlardandır, orası ayrı.

Şimdi yeni kitabıma başlıyorum.
Taş Ustası
Camilla Lackberg (Aslında a'nın üzerinde iki nokta var, hani bizim ö gibi. Ama ben nasıl yapılacağını bilmediğim için öyle yapamadım. İdare ediverin artıkın :) )

Haydi kitapla ve sağlıcakla kalın


Cuma, Ekim 10, 2014

Umuş

....
Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
meltemi "senden" esen, soluğu"sende" olan yeni bir başlangıç vardır.
Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın.
Gözünle görsen, sesini duyarsın.
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.
Nedensiz bir çocuk ağlaması bile, çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır
......
......
Umuş / Edip Cansever

Aynı Tas Aynı Hamam

Eskileri karıştırırken gördüm.
Çıkan bir habere kızıp, bir yere karalayıvermişim şunları:

Tarih: 22.12.2010

Sarı öküz, sarı öküz, sarı öküz !
İzdivaç programlarında ''Kriterlerini karşılayabilecek'' karı-koca arayan şuur yoksunları, 
Acun'un firarını saniye saniye izleyen akl-ı firarlar, 
Yalnızca ''Büyük hissediyorum Acun Bey'' diyebilme yetisine sahip küçük beyinliler, 
Bülent Ersoy' un kocalarının isimlerini şakır şakır sayıp, Cumhuriyetin 1950'de kurulduğunu söyleyen akl-ı evveller, 
Vatanını, inancını, düşüncesini ve kendi düşüncesini ifade etmesine izin verilmeyen şu ortamı  bir gram önemsemeyen değer yoksunları ! 
Alkış ! Sarı öküz ''gitti gidiyor'' !!


Şöyle bir baktım, hamamı da aynı, tası da aynı gördüm. 
Neye konuşuyoruz? Niye konuşuyoruz?
Benim aklım almıyor artık.
Sonumuz hayr olsun inşallah

Parmak Ucu, Göz

'' İki parmağının ucunu gözüne koy. 
Bir şey görebiliyor musun dünyadan? 
Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. 
Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte. '' 


(Mevlana'dan, memlekette hala uyuyanlara ya da uyuyor numarası yapanlara)

Cuma, Ekim 03, 2014

Yedinci Papirüs

Orijinal Adı: The Seventh Scroll

Kitap, Mısır firavununa ait mezarı bulmak adına yapılan mücadeleyi anlatıyor.
Aksiyonu bol, gerilim düzeyi iyi.
Tarafların kim olduğu gayet açık olan çarpışmalar var kitapta.
Yani, "offf katil kim acaba yeaa" diye düşünmüyorsunuz. Bu durum benim için olumsuz bir puan.

Genel olarak kitap, okunası bir kitap.
Ama önerim, kitap okumaya yeni başlayanlar, bu kitabı daha sonraki zamanlarda okunsunlar.
Yok, "ben kitap okumanın kitabını yazdım" diyorsanız, okuyunuz efendim, en fazla üç gününüzü alır bitirmek.

Haydi kalın sağlıkcakla


Cumartesi, Eylül 13, 2014

Kızım için Son Kez

Çocuğunuzu kurtarmak için ne kadar ileriye gidebilirsiniz? 

Kitap ilk sayfalarda biraz yavaş ilerlese de, sonrasında elinizden bırakamıyorsunuz. 
Müthiş, müthiş, bir daha müthiş !
Tüm anneler okumalı, tüm babalar okumalı, herkes okumalı



Pazar, Ağustos 17, 2014

En Değersiz Yeminler

İffetiniz sizi kısıtlamaya çalışırken, şehvet onu or.spu götüne çevirir.

İşte bu yüzden; en değersiz yeminler ihanetlerin ardından yapılır, iffet tarafından.


Alıntıdır efendim

Perşembe, Ağustos 14, 2014

Bas Çık !

''Önüne çıkana "Engel" dersen, takılıp düşersin; "Basamak" dersen, bir basamak yükselirsin!...''

Alıntı

Salı, Ağustos 12, 2014

Yüreğin Demi

Babaannem derdi ki:
"Ağzının tadı yoksa ve bir öküz oturmuş gibi hissediyorsan sırtına, bir çay demle kızım...
Doldur üç bardak...
Biri sağlığına,
Biri varlığına,
Biri yandığına olsun...
Birini hemen içeceksin sıcak sıcak...
Birini ılık ılık..
Bırak diğeri soğusun...
Sen nasıl olsa hangisine niyet ettiğini yudumlarken düşünür durursun..         


Meral Demir

Cuma, Mayıs 16, 2014

Soma'daki Çetele

Sanıyorum hastanede tutulan bir çetele bu.

Nasıl bir dünya ki bu, bir bakıyorsun, çeteledeki düz çizgilerden biri olmuşsun sadece  
Çok acımasız, çok vicdansız :(
Yalnızca kelimeler değil, tüm duygular da kifayetsiz...
Allah'ım sen rahmetini esirgeme..



Çarşamba, Mayıs 14, 2014

Soma

Dile dökülemeyecek düzeyde tarifsiz bir acı. Hepimizin başı sağ olsun.
Çığırtkanlık yapmanın zamanı değil elbette. Ama şu "bugün bari siyaset yapmayın" diyen arkadaşlara söylemek istediğim birkaç şey var benim. Sussam gönül razı olmuyor çünkü.

Kardeşim, nedir bu "siyaset" dediğiniz şey sizin? Yenir mi, içilir mi? Neye yarar, kime yarar?
Anladığımız kadarıyla öyle ulu orta yapılmıyor. Ne zaman yapılır peki?
Örneğin saatlerimizi ayarlayıp, "bugün hep birlikte saat 19:00'da siyaset yapacağız, herkes davetlidir" mi demek lazım bunun için?
"Kusura bakmayın, benim toplantım var, siz bugün yapın, sonraki siyasete ben katılırım" diyebiliyor muyuz mesela?

Hangi günler yapılmalı? Hafta sonu siyaset yapılır mı?
Resmi tatil öncesinde yarım gün mü yapmak lazım?
Belli bir tarifi var mıdır? İçine ne koymak gerekir? Önceden ısıtılmış fırında 180 derecede mi pişirmek lazım? Nedir yani? Nedir?

Böyle bir günde, ihmalden sorumlu olan herkesin hesap vermesi gerektiğini söyleyen, öncesinde konu ile ilgili verilmiş soru önergelerini hatırlatan, bu soru önergelerini reddedenleri ortaya çıkaran kişiler siyaset yapıyor ve ölüyü siyasete alet ediyorlar öyle mi?

... ve sizler "bari bugün siyaset yapmayın" diyerek oradaki canların acısını paylaşıyorsunuz öyle mi?

yahu bi gidin allah aşkına ya, bi susun allah aşkına susun !!

Biz insanlığımızdan yeterince utanıyoruz zaten, sizin yerinize de utanmak bana fazla geliyor artık !

Çarşamba, Mayıs 07, 2014

Uçurtma Avcısı

Evet, daha yeni okudum Uçurtma Avcısı'nı. 
Kitabın yorumlarından konusunu tahmin ettiğim kadarıyla, o konuyu okumaya dayanma gücüm olmadığını düşünüp ertelemiştim hep. Nihayet okudum, bitti. Bunca yıl, kitapla saklambaç oynamakla ve kendisinden fellik fellik kaçmakla ne kadar haklı olduğumu anladım bitince. 

Uzun şeyler yazmaya yok kitap hakkında. Güzel mi diye sorarsanız şunu söylerim: 
"Güzel mi bilmem, ama feci halde "gerçek" bir kitap". 

Yazarın ABD'yi kurtarıcı olarak göstermesi tartışılır. 
Kimi yerde tipik yeşilçam izlemini veriyor, kabul, bu da tartışılır.
Ama "bir yerlerde yaşanan belki de yaşanmayan/yaşanamayan/yaşatılmayan gerçek hayatlar" var bu kitapta. 

Kitabı mutlaka okuyunuz. Ama asla, depresif-melankolik olmaya meyilli olduğunuz zamanlarda değil. Böyle zamanlarda mümkünse arkanıza bakmadan uzaklaşınız ordan. 
Ama bir gün... ileride bir gün mutlaka okumalısınız...
'En büyük günah'ın ne olduğunu okuyunca çok etkileneceksiniz.


Pazartesi, Eylül 16, 2013

Yaşamak-Ölmek


İnsan doğar doğmaz "yaşamaya" başlamıyor. Yaşamak'tan kastım nefes alıp vermek değil elbette. Yaşamak; görmek, farkına varmak, hissedebilmek, kendini ifade edebilmek, anlamak, anlaşılmak, anlaşıldığını hissetmek, sevmek, sevilmek, sevildiğini hissetmek, toplumun bir parçası olmak, toplumsal sorumluluğunun farkına varmak, kendinin farkına varmak, hiç olmazsa bir tane deniz yıldızını kaldırıp suya atabilmek, başkalarının da yaşayabilmesi için mücadele etmek, sosyal yerinin farkına varıp, ona göre davranmak, içindeki çocuk kelimelerini haykırabilmek safça, gülmek, güldürmek, mutlu olmak, mutlu etmek, huzur vermek, huzurlu olmak, heveslenmek, hedef seçmek, hedefin için yorulmak vs...

Yaşamak kelimesinin içini o kadar çok şeyle doldurabilirim ki...

Ne zaman yaşamaya başlar bir insan?
Büyüyünce mi? Olgunlaşınca mı?
Birisiyle birlikteyken mi yaşar?
Yoksa asıl yaşamak, yalnızlık mıdır?
Ne zaman büyür bir insan, ne zaman olgunlaşır?
İçindeki kelimelerin çocuk kaldığının ne zaman farkına varır?

Çocuk kelimelerini büyütmek ister insan, söylemek ister.
Ama "yaşayamazsa" söyleyemez ki. Kelimeleri tıkar boğazını, içinde büyümeye çalışır ama nafile. İçeriden ya da dışarıdan bir sürü engellemelerle karşılaşır yine. Olmaz velhasıl. Söyleyemez, kendini ifade edemez ve aslında zaten yaşamıyor olduğunun farkına varır. Nokta!

İşte o zaman ölmeye başlar. Ölmek'ten kastım, nefes alıp vermenin durması değildir. Ölmek; zaten yaşayamayan bir ruhun, yaşamıyor olduğunun farkına varmasıdır. Beden, nefes alıp vermeye devam eder ama ruh ölmeye başlamıştır.

Hatta belki de çoktan ölmüştür..

İpek/16.09.2013

Perşembe, Haziran 27, 2013

Nefs'ten Kaç aldın?


İnançlarımız hakkında zerre kadar hassasiyet içermeyen sözleri gördükçe hakikaten çok üzülüyorum.

Dinimizin emirleri ortadadır. İnanıp inanmamak kişinin kendisine bırakılmıştır. 
Müslüman olarak, inanmayana, ''inanmasının kendisi için daha hayırlı olduğunu'' hatırlatmakla yükümlüyüz. Sınırın ancak ve ancak buraya kadar olduğunu düşünüyorum.
Elbette ki, bu konuda hüküm verebilecek konumda değilim,haşa. Ama  ''Dinde zorlama yoktur'' ayetinden benim anladığım bu. Aksi takdirde ne bu dünyanın imtihan yeri olma inancı kalır, ne de öldükten sonra hesap verileceği inancı.

Örneğin; bana göre başörtüsü dini inancımızın gereğidir. Nokta ! Bunu asla sorgulamam. Ancak, bu konudaki davranışımın günahı da, sevabı da banadır.

Bunu bana, ''benim için daha hayırlı olacağı niyetiyle hatırlatan ve başım açık olduğundan dolayı üzülen ama ''sadece benim günahım için üzülen''  birinin, başımın üstünde yeri vardır. 

Ama, ''eğer açık dolaşırsan, tecavüze uğramayı göze almalısın'' diyen birine zerre kadar saygı duymam. Hatta, dinimizin hoşgörü temelini baştan aşağıya kadar sarstığı için fena halde kızarım. 

''Hadi ordan'' derim.

'' O zaman, senin şehvet duyguları adına olan imtihanın nerede kaldı'' derim.
'' Ortada bir tane açık giyimli kadın dolaşmayacak, sen de erkek olarak, nefsime ne güzel 
sahip oluyorum diye böbürleneceksin öyle mi'' derim.

'' Tecavüze uğrayan masum çocukların dekoltesi nerede peki'' derim.

'' Asıl sınav, nefsine zor gelen durumlarda olur'' derim.
'' Tıksırana kadar yemek yiyebilecek paran varken, bugün karnımı doyurmak için ekmek çalmadım demek değildir sınav'' derim.
'' Günlerdir açlıktan uyku girmemiş gözlerin, sokakta düşürülmüş içi para dolu cüzdanı gördüğünde başlar asıl sınav'' derim.
'' Aç bilaç bir halde, o cüzdanın yanından geçerken, paraları almayı bir an bile aklından geçirmiyorsan, işte o zaman geçersin sınavdan'' derim.

Yani,

'' Nefsin istediklerinin olmadığı bir ortamda, şeytana uymuyorsan bu senin büyüklüğün değildir'' derim.
'' Ortada zaten şeytana uymayı gerektirecek bir şey yoktur ki'' derim.
'' Burada hepimiz bir sınavdayız. Sen kendi sınavına bak, ben de kendi sınavıma'' derim.
'' Herkesin çalıştığı kendinedir, sen benim işime karışma'' derim.

Düşünüyorum da,

Ben bu konuda söylem yapacak bir konumda olsaydım; açık giyinirseniz, tecavüzü/tacizi göze alın diyeceğime, ''kadın-erkek fark etmez, günahın kadını-erkeği olmaz, şeytana uymaktan korunun, karşınızdaki kişinin şekli, görüntüsü ne olursa olsun, onu cinsel obje olarak görmeyin, tacizin/tecavüzün ama'sı olmaz, insanlıktan çıkmayın, iyi niyetinizi kaybetmeyin. Her durumda önemli olan niyettir. Allah, herkesin niyetinin ne olduğunu, kişinin kendisinden bile daha iyi bilir'' derdim.

Daha çok şey derdim ama haddim değil.
Sadece inancımla ilgili olan ve canımı acıtan şeyleri yazarak paylaşmak istedim.

Dediklerim belki doğru, belki yanlış bilemem, ama niyetimin ne olduğunu bilen Bir'i var, o yüzden huzurluyum.

İlk emri ''oku'' olan bir dinin özünü, hakkını vererek sindirebilmek dileğiyle.. 
Haydi kalın sağlıcakla...

İpek/18.02.2011



Salı, Nisan 23, 2013

Sağlıksız Sağlık, Sağlıksız Eleştiri


Bu yazı, eleştiri yapmak ile saygısızlık yapmayı birbirine karıştıran bir öğretmen arkadaşın doktorlara karşı nefret dolu söylemi üzerine yazılmıştır. Hiç bir kişiyi ya da meslek grubunu küçük görme amacı yoktur.

İnsanlar eleştiri yapmakla saygısızlık yapmayı birbirine karıştırmaya devam ettikçe, ben kendi adıma artık buna müsaade etmeyeceğim. Eleştiri yapmak başka, belli bir kesime -her ne kadar genelleme yapmadım da dense- tüm nefret duygularını kusmak başka. Senin ihtiyacını karşılamadığını düşünüyorsan, gidip o doktora senden nefret ediyorum diyebilirsin, ama "bütün doktorlardan" diyemezsin. Ya da, daha uygun bir üslupla söyleyebilirsin. 

Sadece bir dakika düşünsen belki böyle olmayacak. Bir doktor, günde 200 tane hasta bakmak zorunda bırakılıyor. 8 saatlik mesaiyi hesapla ve hasta başına kaç dakika düştüğünü düşün lütfen. 

Size '' daha kaliteli hizmet sunulacak'' deniyor, ama bize ''kaç tane hasta baktın'' diye soruluyor? Kaç tane !!!! 

"Nasıl hasta baktın" diye sorulmuyor. Eğer bakılan hasta sayısı az ise ''sen çalışmıyorsun, tembelsin'' deniliyor.  ''ama, işte, ben, eğitim, daha kaliteli hizmet, güleryüz, ilgi bla bla bla......''    ''KEES !'' diyor. ''ben sana bunu sormuyorum, kaç tane baktın bana onu söyle'' diyor.

''Ey hastaneler, kendi yağınızda kavrulacaksınız, çok hasta=çok para'' diyor. ''SÜRÜMDEN KAZANIN'' diyor. Bir sağlık sisteminde sürümden kazanmanın ne anlama geldiğini düşünebilecek kapasiten olduğuna yüzde yüz eminim. 

Diyorum ki, ben hastanede hasta bakarken, aramızdaki masa bizi ayırıyor olabilir ama aslında biz ya da siz diye bir şey yok. Hepimiz aynı kategorideyiz. Ben bir saat sonra acile gitmek durumunda kalabilirim, ben de aynı sağlık sisteminde hizmet alıyorum, ben de senin o nefret ediyorum dediğin doktorlara muayene oluyorum. Ben neden senin istediğin gibi güzel bir sağlık hizmeti almak istemeyeyim? 

Ama ben şunu biliyorum ki, acile gittiğimde, oradaki doktor  ya da hemşire belki uykusuz olarak 30. saatini çalışıyor. Uyumadan, hatta bazen doğru düzgün oturmadan 30 saat çalışmanın ne demek olduğunu düşünecek kapasite zaten vardır !

Peki, böyle bir insandan, sen sağlıklı hizmet nasıl beklersin, ya da en ufak bir dikkat eksikliği yaşamadan görevini yapmasını... Bekleyemezsin kusura bakma...

Ben, senin alacağın sağlık hizmeti kaliteli olsun diye uğraşıyorum aslında. Ama sanıyorum ki, bunu anlayabilmek için gerekli olan kapasite pek kullanılmıyor.

Hasta olarak da hastanelere gidiyorum merak etme. Benim ricam, asıl sizler bir gün bir hastanede bir kliniğe, bir acil servise gidin. Ama doktor ya da başka bir sağlık çalışanı olarak gidin. Şu sistem içinde, çok değil beşinci günde o yataklardan birinde acil hasta olarak yatacağınızdan adım kadar eminim.

Karakter yoksunluğundan dolayı, bilerek görevini ihmal eden, gözü para kazanmaktan başka hiç bir şey görmeyen doktorları savunduğum yok benim. Onları asla savunmam. Ama bunlardan her meslekte var.

Geçen gün, bir hastamın öğretmeni not yazmış çocuk hakkında; notta birkaç yerde ''herke-z-'' geçiyor. Bu nedir? Bir öğretmen bunu nasıl yapar bana söyler misiniz?

Yılın ikinci dönemi çoğunlukla dersler boş geçiyor. (devlet okullarında tabi) Neden? Ne münasebet? Çocuklar hekimlerden rapor istemeye geliyorlar  ''sınıfta az kişi vardı, öğretmen doktora gidin rapor versin, siz de gelmeyin dedi'' diye. Bu nedir?? Sınıfta bir kişi bile olsa, o öğretmen dersini vermek zorundadır. Ders işlememe gibi bir lüksü yok !!!

O kadar çok örnek verebilirim ki... Her meslekten...

Ama ben ''genelleme gibi olmasın da bütün öğretmenlerden nefret ediyorum''  demem, diyemem, her şeyden önce kendime bunu yakıştırmam. Bu haddini aşmaktır.. Mesleğini gerçekten iyi niyetiyle yapmaya çalışan diğer öğretmenlere karşı yapılan edepsizliktir. Ben bunu yapmam. Bundan önce, bu tür üsluplara olabildiğince hoşgörülü yaklaşırdım. Ama bundan sonra izin vermeyeceğim. 

Bizim yaptığımız hata, hayat memat meselesi evet kesinlikle, ama sizlerin, öğretmenlerin yaptığı hata da hayat memat meselesi. Farkı ne biliyor musun? Bizimkinde hemen öldürür, sizinkinde yaşatır ama, insan ''yaşamasam daha iyi'' diye düşünerek yaşar, 80 yıl yaşar ama kişiliksiz, muhtaç, çalışmayı, üretmeyi, konuşmayı, edebi, görgüyü bilmeyen ya da yukarıda bahsettiğim gibi ''herke-z-  be-y-enebilir'' yazan bir insan olarak yaşar. İkisi de ölümcül hatalardır, birbirinden hiç farkı yok !!

Sorun ne biliyor musunuz? Karşınızdaki insanın da ''insan'' olduğunu kabul etmemeniz. Ben bundan sonra hepimizin insan olduğunun farkına varmayan insanlara (!) saygı göstermeyeceğim. (hastam olursa elimden geleni sonuna kadar yaparım o ayrı)

( Estf. edebiyatçı değilim. Dilim döndüğünce bir şeyleri ifade edebiliyorsam, zamanında işini iyi yapan, saygı duyduğum öğretmenlerim sayesindedir. Onların da ellerinden saygıyla öpüyorum ) 

İpek...