Pazartesi, Şubat 21, 2011

Düşünce'm geldi



Dinimiz hakkında her şeyi yaptık. 
O'nu yazmayı, onu çizmeyi, onu konuşmayı, onu tartışmayı...,  hepsini yapmayı bildik de, sadece yaşamasını bilemedik.


Cumartesi, Şubat 19, 2011

Kavramları Kavramak

Kimin söylediği hakikaten önemli değil, A kişisi ya da B kişisi hiç farketmez, şu meşhur yorum var ya dün de yazmıştım, ''tahrik edici giysiler giyerseniz, tecavüzü göze almalısınız''
ne acı, ne can yakıcı bir söylem yahu !

Sonunda neler olabileceği düşünülmeden yapılmış bu söylem, bundan sonra olacak taciz/tecavüzlerde,  ''evet, yaptım ama..........'' diye uzayan savunmaların artmasına neden olacaktır. Minareyi çalanlara, kılıf nasıl hazırlanır konusunda ders gibi sanki. Şaka gibi !

Sanıyorum ''tecavüz'' kavramının neyi anlattığını bilmiyoruz. Tecavüz, cinsel dürtüleri tatmin etmenin bir yolu değildir ve bu durum, topluma bir an önce anlatılmalıdır. Aslında azıcık empati yapmak yeterli olacaktır ama yapmıyoruz maalesef.

Tecavüz bir şiddettir. Tecavüz şiddetten beslenir. Karşısındaki kişi cinsel ilişkiye razı olduğu takdirde, tecavüzcü tam olarak istediği şekilde tatmin olmayacaktır. Çünkü onun istediği, cinsel tatminden ziyade, zorla, kişinin rızası dışında onu ele geçirmektir. Burada problem, tahrik gücü yüksek kıyafetler yüzünden uyarılan cinsel dürtüler olsaydı, çocuk tacizleri, yaşlı tecavüzleri olmazdı.

Tecavüz, erkek cinsine hakmış gibi görünen bir takım dürtülerin doyurulma yolu değildir, olmamalıdır, olmasını kolaylaştıracak her türlü söylem, doğrusu ile değiştirilmelidir, topluma doğrusu anlatılmalıdır. Aksi takdirde, uygulanan her türlü taciz/tecavüzün bir ama'sı mutlaka bulunacaktır.

İpek / 19.02.2011



Cuma, Şubat 18, 2011

Nefs'ten Kaç Aldın?


İnançlarımız hakkında zerre kadar hassasiyet içermeyen sözleri gördükçe hakikaten çok üzülüyorum.

Dinimizin emirleri ortadadır. İnanıp inanmamak kişinin kendisine bırakılmıştır. 
Müslüman olarak, inanmayana, ''inanmasının kendisi için daha hayırlı olduğunu'' hatırlatmakla yükümlüyüz. Sınırın ancak ve ancak buraya kadar olduğunu düşünüyorum.
Elbette ki, bu konuda hüküm verebilecek konumda değilim,haşa. Ama  ''Dinde zorlama yoktur'' ayetinden benim anladığım bu. Aksi takdirde ne bu dünyanın imtihan yeri olma inancı kalır, ne de öldükten sonra hesap verileceği inancı.

Örneğin; bana göre başörtüsü dini inancımızın gereğidir. Nokta ! Bunu asla sorgulamam. Ancak, bu konudaki davranışımın günahı da, sevabı da banadır.


Bunu bana, ''benim için daha hayırlı olacağı niyetiyle hatırlatan ve başım açık olduğundan dolayı üzülen ama ''sadece benim günahım için üzülen''  birinin, başımın üstünde yeri vardır. 


Ama, ''eğer açık dolaşırsan, tecavüze uğramayı göze almalısın'' diyen birine zerre kadar saygı duymam. Hatta, dinimizin hoşgörü temelini baştan aşağıya kadar sarstığı için fena halde kızarım. 


''Hadi ordan'' derim.


'' O zaman, senin şehvet duyguları adına olan imtihanın nerede kaldı'' derim.
'' Ortada bir tane açık giyimli kadın dolaşmayacak, sen de erkek olarak, nefsime ne güzel 
sahip oluyorum diye böbürleneceksin öyle mi'' 
'' Tecavüze uğrayan masum çocukların dekoltesi nerede peki'' derim.


'' Asıl sınav, nefsine zor gelen durumlarda olur'' derim.
'' Tıksırana kadar yemek yiyebilecek paran varken, bugün karnımı doyurmak için ekmek çalmadım demek değildir sınav'' 
'' Günlerdir açlıktan uyku girmemiş gözlerin, sokakta düşürülmüş içi para dolu cüzdanı gördüğünde başlar asıl sınav'' derim.
'' Aç bilaç bir halde, o cüzdanın yanından geçerken, paraları almayı bir an bile aklından geçirmiyorsan, işte o zaman geçersin sınavdan'' derim.

Yani,

'' Nefsin istediklerinin olmadığı bir ortamda, şeytana uymuyorsan bu senin büyüklüğün değildir'' 
'' Ortada zaten şeytana uymayı gerektirecek bir şey yoktur ki'' derim.
'' Burada hepimiz bir sınavdayız. Sen kendi sınavına bak, ben de kendi sınavıma'' 
'' Herkesin çalıştığı kendinedir, sen benim işime karışma'' derim.

Düşünüyorum da,


Ben bu konuda söylem yapacak bir konumda olsaydım; açık giyinirseniz, tecavüzü/tacizi göze alın diyeceğime, ''kadın-erkek fark etmez, günahın kadını-erkeği olmaz, şeytana uymaktan korunun, karşınızdaki kişinin şekli, görüntüsü ne olursa olsun, onu cinsel obje olarak görmeyin, tacizin/tecavüzün ama'sı olmaz, insanlıktan çıkmayın, iyi niyetinizi kaybetmeyin. Her durumda önemli olan niyettir. Allah, herkesin niyetinin ne olduğunu, kişinin kendisinden bile daha iyi bilir'' derdim.

Daha çok şey derdim ama haddim değil.
Sadece inancımla ilgili olan ve canımı acıtan şeyleri yazarak paylaşmak istedim.

Dediklerim belki doğru, belki yanlış bilemem, ama niyetimin ne olduğunu bilen Bir'i var, o yüzden huzurluyum.

İlk emri ''oku'' olan bir dinin özünü, hakkını vererek sindirebilmek dileğiyle.. 
Haydi kalın sağlıcakla...

İpek/18.02.2011







Cuma, Şubat 11, 2011

Hür müsün?

'' Kimin elinde ise hürriyetin, onun hürriyeti bildiği kadar hürsün! Yok senin elindeyse masum bir kelebek, bir günlük ömrünü acımadan söndürür müsün? Hayvani zevklerinin hürriyeti namına öz canını sonsuz karanlığa gömdürür müsün? Yaradan yarattığına inkar için bile vermiş hürriyet! Sen senin gibi düşünmeyeni, hiç düşünmeden öldürür müsün? ''
          (keyfince lugat/nihan)

Salı, Şubat 08, 2011

Defne

 (''Defne Joy'u Hıncal Uluç'tan daha iyi bilen Birini biliyorum'' demiş Senai Demirci. Yüreğine sağlık  )

Defne Joy'la hiç görüşmedim. Ekrandan gördüm. Ekrandan gördüğüm kadarıyla bilirim. Onun uğradığı semtlere pek uğramam. En son gittiği bara hiç gitmedim. Bara gitmeyenlerdenim. Benim hiç gitmediğim, Defne Joy'un artık gidemeyeceği o bar, bu gece de doludur, büyük ihtimal. O bara ve diğerlerine gidenlerden biri benden önce ölürse, Defne Joy'un arkasından şimdi yazdığımı onlar için de yazacağımı bilsinler isterim. Hıncal Uluç ve Hıncal Uluç'a karşı yazanlar kadar ünlü olmayabilirim. Bar sakinleri, "pub" müdavimleri, viski tiryakileri için yazdığım bu yazı umurlarında olmayabilir.

Bu yazı, merhum Defne Joy Foster hakkındaki Hıncal Uluç yazısına karşı ya da taraftar değil. Bu yazı, Hıncal Uluç yazısına karşıt yazıların karşısında ya da yanında değil. Hem Hıncal Uluç'un yazısı yerine hem de Hıncal Uluç'a karşı yazılanlar yerine yazılmış bir yazıdır. (Yazıyı uzattığımı, bitirip de gözden geçirirken fark ettim, ama uzunca anlatılması gereken inceliklerin hatırına sabrını rica ederim okuyucularımın.)

Dindar diye bilinirim. Beş vakit namazı kaçırmamaya gayret ederim. Ağzıma içkinin damlasını dokundurmak istemem. Günaha girmekten korkanlardanım. Ama günaha girmeyenlerden değilim. Benim nefsim de Defne Joy'un'ki gibi günaha karşı bağışıklık kazanmış değil. Benim ayağım da onunki kadar kayabilir. Benim gözüm de bar sakinleri kadar harama bulaşabilir, bulaşmıştır.
Dindarların -iyi bilmeleri gerek ki-birilerini cehenneme birilerini cennete yerleştirme gibi bir yetkileri ve görevleri yok. Dindarların duaları dindar olmayanlardan daha çok dinlenir değil. İnanan bir insan, çok iyi bilmeli ve unutmamalı ki, cami cemaati cenneti garantilemiştir de, pub cemaati cehennemin dibinde değildir. Kimin ne olacağını yalnızca Allah bilir. Hesap defterimizi açma yetkisi Rabbimize aittir. Camii müdavimi bir gün sapıtabilir; meyhane düşkünü gün gelir, tövbe eder, Rabbine dönebilir.

Beni "light müslüman" diye etiketleyeceklere peşinen hatırlatırım. Günahkârın günahının lafını etmek, günahkârın günahından daha ağır bir günahtır. Çünkü hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir. Sınanınca kaybedenleri, şimdilik sınanmadığı için kaybetmeyenler kınamaya kalkarsa, sadece komik olurlar, acınası hale düşerler. Sınansaydılar kaybedeceklerdi. Belki de sınanacaklar ve kaybedecekler. Bu yüzden, kimse kimseyi günahından ötürü kınama hakkına sahip değildir.

İslam söz medeniyetidir. "Göklü sözler"le inşa eder; sözün gücüyle onarır insanı. Sözün gücü, gücünü söz edenlerin hepsini mağlup etmiştir. İşte bu yüzden, dindarlık, en hassas inceliklerini söz ve ses üzerinden inşa eder. (Sadece Hucûrat Suresi'ni bir "sound-check" olarak okumak yeter de artar bile anlayana)

"Ölünün arkasından konuşulmaz" sözü, görünmez bir sınırın bekçisidir. Ölü, kim olursa olsun, muhteremdir, saygıyı hak eder. Ölü acizdir; el kaldıramaz. Zayıftır; konuşup kendisini savunamaz. Savunmasız ve çaresiz olanı, konuşmaya muktedir olanın ezmemesi inceliğin gereğidir. Böylesi bir imkân bir nezaket sınamasıdır. Bu yüzden, saygılı olma erdemini ortaya koyabilmek için, acizlerle karşılaşmalarımız birer fırsattır. Muktedirler karşısında ister istemez saygılı ve naziğizdir çünkü. Nezaketimizi ancak ölüler karşısında kalite kontrolünden geçiririz.
"Ölünün arkasından konuşulmaz" sözü, "ölü gibilerin de arkasından konuşulmaz" demeye gelir.Hıncal Uluç'un farkında olmadığı, farkında olmamakla ayıplanamayacağı bir inceliktir bu: Sesimizi güçsüzlerin aleyhine -güçsüzler hatalı olsa da-kullanmamızı istemez Rabbimiz. Muktedirlerin zayıfları ezen sözlerini doğru da olsa doğru bulmaz Rabbimiz. Her sözü işiten bir Allah'a inanan için, birilerinin arkasından konuşup konuşmamak, çıtası yüksek bir ahlak testidir. "Abdestinde namazında", "hacı hoca" nice dindar olarak bu çıtanın altında kaldığımızı çok iyi biliriz. Hemen itirafa hazırız. Eğer gıybetlerimiz alkol kadar sarhoş etseydi, namazlarımızı sallana sallana kılardık. Arkadan çekiştirmelerimiz üstümüzü başımızı açıverseydi eğer, saçlarımız da baldırlarımız da açıkta kalırdı. Saydam bir perdeyi yırtıp yırtmamakla sınanırız her an. Doğruyu söylememizin bile doğru olmadığı, dilimizin ucuna hemen ve kolayca geliveren tiksindirici bir günahla sınanırız. Soyunarak yapılan zinaya benzemez bu günah. Hapse atılmayı göze alarak işlenen cinayete benzemez. Kapıyı kırarak yapılan hırsızlığa benzemez. Her an sınanmadayız. Her an. Ama her an. Yeri gelir, susmak nice zahmetli ve yoğun konuşmalardan koşuşturmalardan daha sahih ve derin bir erdem oluverir. Allah'ın hatırına susmak, Allah'ı hatırlamanın en samimi işaretidir.

Arkadan konuşmak, modern hukukta suç sayılmaz. Arkadan konuşmaların ardına düşmez polisler. Aksine arkasından konuşulanların peşine düşer. Dedikoducular, laf taşıyanlar "onur-kıyım" yaptıkları halde, "soykırım" yapanlar gibi hesaba çekilmez.

Allah'a inanmanın kılık kıyafete dökülmeyen, camiye gitme sıklığı ile ölçülemeyen asıl özü tam da burada görünür. Bizi Allah'tan başka kimsenin hesaba çekmeyeceği yerde... Hiç görmediğimiz Allah tarafından görüldüğümüzü gözetip gözetmeyişimize göre tartılırız. Mümince yaşama inceliği, kulların duymasına göre değil, Allah'ın duymasına göre ağzını açmayı gerektirir. Herkesin doludizgin koştuğu anlarda, sıcacık bir yürek titreyişiyle, tuhaf karşılanmayı göze alarak durmaktır Allah'a göre yaşamak. Öyle çileli bir duruş ki, doludizgin koşanları da ayıplamaktan alıkoyar adamı. Çoklarının zevk içinde çığlıklar attığı yerde, nefsinin hayvanca bağırtılarını şeffaf bir zarfın içine nezaketle koyarak susabilmektir iman etmek. Öyle bir susuş ki, günaha dalanlara sövmeye kalkmaz. Kendi günah işleyebilirliğini de hatırlattığı için günahkârlardan daha çok mahcup olur. Ona buna etiket takmaya, aşağılamaya kalkmaz.

Ben de bir günahkârım. Nasıl masum olabilirim ki! Gayet iyi bilirim; günahkâr acizdir, şehvetinin elinde kuru yaprak gibi savrulmaktadır. Günahtan uzak durabilecek kadar aklı başında olanın bu ‘aciz'e dil uzatmaması gerekir. Hata edenin ayağı kaymış, batağa düşmüştür. Hatasız olana ayağı sürçene merhamet elini uzatmak yakışır.

Günaha karşı dururken, günahkâra şefkat edebilecek kadar ince bir yürüyüştür iman etmek. Birini günahından dolayı kınamak, "Ben öyle yapmam asla!" demeye gelir ki, kınanan günahtan daha ağır bir günahtır; büyüklenmektir. Birini bir hatasından ötürü çekiştirmek, "o hep öyle yapar zaten!" "hiç utanmaz ki..." demeye gelir. Çekiştirilen hatadan daha büyük bir hatadır. Allah'ın iyilik umarak yoktan var ettiği bir insanı hepten kötü ilan etmektir. Bir başkasını ayıbıyla anmak-hem de ayıbını örtecek mecali olmayan bir ölü iken- kendi ayıplarını ayıp bilmemektir. Anılan ayıptan daha büyük ayıptır. Başkalarına ait kusurları sayıp dökmek, kendisini kusursuz saymaktır ki, kusurların hepsinden daha çirkin bir kusurdur. Sorarlar adama: "Sen onun sınandığı durumla sınansaydın, kusur işlemeyeceğinden ya da onun kusurundan daha hafifini işleyeceğinden emin misin? Sen sınansaydın belki de daha çirkin bir cürüm işleyecektin."

Diyeceğim o ki, Defne Joy artık acizdir, eli kolu bağlıdır, dilsizdir, konuşamaz. Onun hakkında ileri geri konuşmak, kendi gücünü ve onun acizliğini fırsat bilmektir. Şerefli bir iş değildir. Bu iş, Defne Joy'un ve yakınlarının şerefinden önce konuşanların şerefine dokunur.

Dedim ya; Defne Joy'un uğradığı bara hiç uğramadım. Oralara uğramayı kendimce ayıp biliyorum. Ama oralara uğrayanları ayıplama hakkım yok. Onları ayıplama ayıbının, onların ayıplandığı ayıptan daha hafif olmadığını biliyorum. Ancak, ayıplarıyla aralarının açılmasını ümit etmeye hakkım var. Kusurlarından kurtulmalarını ummayı görev bilirim. İyi işler yapanların "kötü"leşmeme garantisi olmadığını hatırlatır bana Rabbim. Kötü işlere bulaşanların "iyi" olmalarına bir engel olmadığını öğretir bana Kitab'ım.

Defne Joy'un en son uğradığı yere bir gün ben de uğrayacağım. Cami avlusunda bir musalla taşında ağırlayacaklar beni. Musallada bir cenaze iken ben, bakalım kaç kişinin "iyi biliriz" dediğini hak edeceğim; bilmiyorum. Bildiğim şu ki, Defne Joy'un sınanması sona erdi. Defne Joy'un ölümüyle yeniden sınandık her birimiz. Dilimizi Allah'ın hatırına göre kıpırdatıp kıpırdatmama sınavı bu. Sözümüzü Defne Joy adındaki kardeşimizin ve onun yakınlarının onuruna dokundurup dokundurtmama sınavı bu.

Şimdi burada sınanan biziz; Defne Joy Foster değil. Bu sınavdan geçtik mi, kaldık mı; Allah bilir. Hıncal'dan, Sevilay'dan Senai'den daha iyi bilir.

Zor'unluluk

Bugün, aslında dün, yani pazartesi, zor günlerimden birisiydi. Çok şükür ki geçti.
Pazartesinin gelişi pazardan belli oluyor valla.
Sabah öyle zor uyandım ki, öyle zor işe gittim, öyle zor uyum sağladım ki...
Öğle çok zor oldu, akşam da çok zor oldu, işler çok zor bitti, çok zor konuştum, çok zor anlattım..
Deliçocukumu zor gördüm.
Eve zor geldim, evde zor çalıştım, zor okudum, zor yazdım...
Zor düşündüm, zor anladım...
Velhasıl zorlandım, velhasıl zorladım...
Zor'da kaldım, zor dayandım...

Cuma, Şubat 04, 2011

'' Oku ''



İlk emir;  ''oku'' 

Neyi okumak olabilir ki?



İnsanı okumak, hakkı okumak, Hakk'ı okumak,

Hayatı okumak, kendini okumak, dünyayı okumak, etrafta olan biteni okumak, 

Duyduklarını okumak, gördüklerini okumak, 

Konuşanı okumak, susanı okumak, 

Doğruyu-yalanı okumak, çalanı-çırpanı okumak,

Sadece yazılmış olanları değil, 
yazıya dökülmemiş olan şeyleri de okumak, 

İdrak etmek...

Yani, "ilk emrin bize demek istiyor olabileceğini" okumak,  anlayabilmek ?

Geç olmadan...