Pazartesi, Mayıs 30, 2011

Başlıksız


Yorgunum..
Artık çok yoruldum.
Yetişemiyorum, çok hızlandı hayat.
Geride kalıyorum..

Aslında;
Çok da kötü değil bu durum.
Yok yok kötü, hem de çok..

Aslında;
Biraz da dışarıdan izlemek istiyorum hayatı..
İzlerken dinlenmek istiyorum.
Dinlenirken anlaşılmak istiyorum.
Anlaşılırken mutlu olmak istiyorum.

Ama şu an;
Yorgunum, hakikaten çok yorgunum...

Cumartesi, Mayıs 28, 2011

Kaç Lira Bunlar

Bir semt pazarında fütursuzca dolaşmanın inanılmaz hafifliğini yaşadım bugün.
İki saat boyunca ''gelmez olaydım'' ile ''iyi ki gelmişim'' arasında gidip durdum.
Temas olmadan geçilemeyecek kadar yoğun bir kalabalığın içine dalmanın ne kadar yanlış bir karar olduğu kanısına vardığımda artık iş işten geçmişti.
Geri dönüp yürüyemeyeceğim gibi, arkama dönüp bakma cesaretim de yoktu.
''Hayırlısı'' diye düşünüp bıraktım kendimi...

Uzatmayayım..
Birkaç adım attıktan sonra genç bir satıcının taşmakta olan sabrı gözüme ilişti.

Genç satıcı mikrofiber toz bezi satıyor. Bezler sadece sarı renkte..
Alıcı olmaya aday bir teyze ve genç satıcı arasında geçen diyalog şu şekilde:

Teyze: evladım başka rengi yok mu bunun?
Genç:  yok teyze

Teyze: neden yok? (1. çinkoo, neden yok!)
Genç:  yok işte teyze, bu hafta sadece sarı renk geldi

Tz:  geçen hafta var mıydı?
Gn: geçen hafta mavi de vardı
Tz:  e, bu hafta neden yok? (2. çinko olmaya aday bir soru ama bekleyelim)
Gn: yok teyze, gelmedi

Tz:  gelecek hafta gelir mi? (teyze öyle heyecanlı ki, satıcı haftaya gelir dese tezgahın önünde bekleyecek bir hafta)
Gn: gelmez teyze, gelmeyecek
Tz:  peki, kaç lira bunlar? (bu arada satıcı durmadan 2 lira diye bağırıyor zaten cevap aralarında)
Gn:  iki lira işte teyze
Tz:  neden iki lira? (2. çinkoo, yazar bu soruda kopmuştur, bir yandan da gencin sabrına hayran kalmıştır, neden iki lira!!)


Gn:  nasıl yani teyze, iki lira işte. Çünkü üç lira değil, o yüzden iki lira (akıllı genç)
Tz:  niye kızıyorsun evladım, müşteri değil miyim ben, tabii ki soracağım
Gn:  ya havle vela kuvv... (gencin iç sesi)
Tz:  toz alır mı bunlar? (tombalaaaa)

Sonrasını bilmiyorum efendim. Açıkçası öğrenmek de istemedim. ''Yurdum insanı ne tatlı'' diyip uzaklaşmak daha az yorucu geldi o an bana..

Meyve bölümüne gidip kendime yemyeşil, bol sulu papaz eriği aldım. Mutlu ve mesudum şimdi.
Kilosu da iki liraydı :)

Haydi kalın sağlıcakla..
Erik mevsimi hiç geçmesin...













Pazar, Mayıs 15, 2011

Tanımadığın Adamlar

( Kendi içindekileri bile tanıyamazken, dışındakileri tanıyamamanın gereksiz üzüntüsünü yaşıyor insan çoğu zaman. Eline sağlık Ali Poyrazoğlu )


Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. 
Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım. 
Hepsinin ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. 
Bayağı da para gitti... 
Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım.
 
Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. 
Müziği de ayarladım.

Geldiler.. 

Yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. 
Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.

Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. 
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. 
Yatıştırayım dedim. 
"Sen karışma moruk" dediler. 

Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler.

Bende kabahat...
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine...

A.Poyrazoğlu


Perşembe, Mayıs 12, 2011

Aynı Nakarat

Hep ''eskiler bir başkaydı'' deriz. Aslında gün geçtikçe kıymetini anlarız. 
Bir ergenin çok da fazla keyif almayacağı bir şarkı zannımca.
O yıllarda beni de çok çekmemişti. Şimdi dinledikçe bir daha dinleyesim geldi.
''Tantana var, iş yok'' demiş Nazan Öncel. Ne güzel söylemiş. 


Çok yüksek bel kot şortuna bayıldım. Mavi gözlükleri biraz daha büyük olaymış, ''Ben Sizin Babanızım, Ben Ne Dersem O olur'' gözlüğü olacakmış..


Dinleyiniz efendim, güzel be ya...


uuu beybi, aynı nakarat burada




Aynı nakarat hep aynı aynı 
Yarısı bayat hep aynı aynı
Yarısı hayat..
Aynı nakarat
Anlat anlat... 








Çarşamba, Mayıs 11, 2011

Hey Sen !

Hey sen !
Can acısı nedir bilir misin?
Yüreğin yaralanması nedir?
İçin sızladı mı hiç daha önce?
Yandı mı canın?

Ya da...
Bir canın var mı ki?
Bir vicdanın?
Bir inancın?
Hesap vereceğini bilmez misin?

Genetiği değiştirilmiş duyguların?
Patolojik düşüncelerin bu kadar mı kontrol ediyor nefsini?
Her girdiğin kabın şeklini alma yeteneği nereden bahşedildi sana?
Bir ikiyüzlülük alana ikincisini bedava mı dağıtıldı?
Karşındaki gözün içine baka baka nasıl yalan söylersin?
Borçlandığını bilmez misin?
Karşındakine borçlandığını..
Karşındakini alacaklı bıraktığını bilmez misin?
Allah'ın adaletine inanmadığın belli de, kişilik saygında mı yerle yeksan?

Nasıl yatarsın geceleri yatağında?
Huzur nedir bilir misin sen?..

Haydi sevin, bugününü kurtardın.
Ama..
Bugünün bir de yarını var, hiç düşünmez misin?

Pazar, Mayıs 08, 2011

Aşkım henüz gelmedik

Geçen gün şehirler arası bir otobüste yolculuk yaptım. Etrafıma deli deli bakarken, yan tarafta oturmakta olan, takriben 70-75 yaşlarında, saçları beyaza yakın diyebileceğimiz, kalın çerçeveli gözlükleri olan, -ki yakın gözlüğü derler genellikle- , pamuk bir teyzenin cep telefonu çaldı. Teyzenin cep telefonu taşıdığını görünce, teknolojiye uzak olmadığını görüp ''aferin teyzem'' diye geçiriverdim içimden.

Yanında oturan yedi ya da sekizinci sınıf olabileceğini düşündüğüm genç kız, teyzenin torunuymuş. Teyze telefonunu çantasından çıkardığında genç kıza dönüp, '' deden arıyor '' dedi de oradan anladım yani.

Efendim, konumuz bu değil elbette. Ne alaka diye düşünmeyin. Konuya geliyorum.

Nerede kalmıştık?
Arayan pamuk teyzenin eşiymiş. Onun da tonton bir dede olması muhtemel.

Pamuk teyzem o güzel elleriyle telefonu açtı, nazikçe kulağına götürdü ve...

'' Aşkım, henüz gelmedik. On dakika kadar kaldı. Ben sana haber veririm bitanem '' dedi.

Ağzımın ne kadar süre açık kaldığının farkında değilim ama o sürede teyzenin sesi kulaklarımda yankılanıyordu '' aşkım, bitanem, aşkım, bitanem..... ''

Telefonu çaldığında bende oluşan hayranlık kat be kat artarken, karşı taraftaki tonton dedenin ne söylemiş olabileceğini düşündüm:

- Bebeğim, gelmediniz mi?
- Kuşum, nerdesiniz?
- Meleğim, gel artık özledim seni?
- Kuzum, merak ediyorum ne kadar kaldı?
-....
-....
-....

Uzatmak mümkün elbet ama ben dört taneden fazla bulamadım. Dağarcık darlığından olsa gerek.

Neyse, demem o ki, o pamuk teyzemin ''aşkım'' diyen dilini, hangi yürek yönetiyor merak ettim.
Ayrıca, tonton dedenin o yaşta ''aşkım'' dedirtebilmesinin altında yatan faktörleri..
Ya da bunların tam tersi.
Benim pek kafam basmıyor da...
Bilenler bilmeyenlere anlatsın efendim.



Haydi kalın sağlıcakla...
Bir pamuk teyze ile bir tonton dede olmanız dileğiyle...

Seni Seviyorum


Oldum olası mayıs ayına sempati duymuşumdur.
Birinci sebep hıdırellez, ikinci sebep ise anneler günü...
Her ne kadar, 5 mayıs akşamı saat 18:00 gibi yatıp ertesi gün sabah 06:30'da uyandıysam da ve bu yıl hıdırellezi unuttuysam da yine de güzel be ya..

Gelelim anneler gününe...

Öyle ''anneler yılda bir kez mi hatırlanırmış, vay efendim yılın her günü anneler günüymüş'' filan gibi şeyler söylemeyeceğim. Çünkü, yılın her gününü anneler günü gibi geçirseniz bile -ki öyle olmadığı malum- bugün, içten bir öpücük, bir kucaklama gerek onlara. Ne tüketim manyağı olmanızı beklerler, ne de çılgınca hediyeler almanızı. Sıcacık bir sarılışın anlamı, dünyanın hazinesidir onlar için.
Anne değilim ama nereden mi biliyorum?
Annemden..
Ona sarıldığımda, bana sarılan kollardan, bana bakan gözlerden..


Güzel annem, seni seviyorum. Kelimeler hakikaten kifayetsiz.
Ne olursa olsun yanımdaydın, hep yanımdasın. Nasıl büyük bir yüreksin sen...
Bundan sonra da hep yanımda ol ne olur..
Allah'ım benim mutluluğumdan alıp sana versin..
Allah'ım seni hiç üzmesin, hiç...

Çarşamba, Mayıs 04, 2011