Cumartesi, Temmuz 30, 2011

Dokuz Kusurlu Hareket

Az önce akşam yemeğimi yerken birden aklıma geliverdi. (bkz. aşağıdaki birinci madde)
Sonra listeyi uzatıverdim. Günlük hayattan birkaç eylem. Bazı istisnalar dışında kusur derecesi yüksek eylemlerdir zannımca. Şöyle ki;

1) ''Yiyorum yiyorum ama hiç kilo almıyorum'' demek: Bu söylem kavgada bile zikredilmemesi gereken bir söylemdir. Söylediğiniz kişiyi alıp kabuslarla dolu bir dünyaya fırlattığı gibi, yoğun bir hasede sürükler ki, oldukça kötü bir çıkmazdır. Futbolda gördüğümüz, ''rakibin yüzüne tükürmek'' eyleminin eş değeri olarak yorumlanabilir. Yapmayınız efendim, azıcık insaf.

2)  Trafikte iken önünüzdeki aracın poposuna kadar yaklaşmak: Önünüzde acemi bir sürücü olabilir. Her ihtimale karşı tedbiri elden bırakmayınız. Benden söylemesi ! Bu eylem, yeşil sahalardaki ''rakibin üstüne abanmak veya hava topuna çıkan rakibe kambura yatmak'' hareketine benzetilebilmekle birlikte, maddi hasarla da sonuçlanabilir.

3) Amire iyi görünmek için meslektaşına iftira atmak: Çirkindir, hakkında fazla da söylenecek bir şey yoktur. Kabak gibi bir kusurdur. It is ''rakibe çelme takmak veya teşebbüs etmek''

4)  Arkadaşınızın sevgilisini her fırsatta kötülemek: Bırakın efendim, çocuklar sevmişler birbirlerini. Komik olmayın. (İstisna durumlar dışında tabii ki) Bu harekete, ''koşan ve topa sahip olan rakibe tekme atmak veya teşebbüs etmek'' de denebilir.

5) Arkadaşınızın hoşlandığı kişi ile sevgili olmak: Yorumsuz bir maddedir. (bkz. topa kasti olarak elle dokunmak)

6) Zibil gibi sarhoş olmak: Arkadaşınız sizi kontrol altına almaya çalışırken ne sohbetten keyif alır, ne de içtiğinden. Kaybettiğiniz bir sürü şey varken şu hayatta bir de kendinizi kaybetmeyiniz anacım. Bu hareketin -tam olarak benzemese de-, ''rakibi formasından, saçından ya da omzundan çekmek'' eylemi ile uyumlu tarafları vardır. 

7) Uzun kuyruklarda sıra beklemek gerektiğinde bir yolunu bulup araya kaynamaya çalışmak: O sıra illa ki bitecek. Ne gereği var onca kişinin önüne geçmeye çalışıp ''kardeşimm sıra var'' laflarını işitmeye.. ''Toptan önce rakibe müdahele etme''nin sosyal hayattaki karşılığı olabilir diye düşündüren harekettir. 

8) Kalabalık bir semt pazarında, kalabalık bir tezgahın başında yer bulabilmek için yanındakilere uçan kafa atmaya yakın davranışlarda bulunmak: Bazı kişiler tarafından uygulanan müdahaledir. Müthiş kondüsyon ve kıvraklık gerektirir. Gereksizdir. O kıvraklığa harcayacağınız enerjiyi, Balkanlar'dan soğuk hava dalgası getirmek için harcasanız nasıl makbule geçer bir bilseniz ! İsviçre'de bilim adamı bile olabilirsiniz. Bu harekete, ''rakibe dirsek ya da yumrukla vurmak, kafa atmak, tekme-tokat dalmak veya bunlara teşebbüs etmek'' de denebilir ki, hoş değildir.

9) Otobüste ya da toplu taşıma araçlarında yolculuk yapmadan önce yoğun sarımsak-soğan karışımı gıdalarla beslenmek: Yanınıza oturan yolcuyu yol boyunca etkisiz hale getirdiği gibi, kitap okuyarak keyifli bir yolculuk yapma düşüncesini, namütenahi bir  uçuruma sürükler. (bkz. rakibi itip pozisyondan düşürmek)


Aklıma gelenler bunlar. Büyük olasılıkla sarı kartlık hareketler olup, bunlardan uzak durulması genellikle kişinin hayrına olmaktadır.

Listeyi uzatmak mümkün elbette ama feci susadım. Gidip bol bol soğuk su içip kitap okuyacağım. Bana da su içsem yarıyor yahu :) 

Haydi kalın sağlıcakla...






Perşembe, Temmuz 21, 2011

Bu Köşe Ne Köşesi

Offff kafayı yiyecektim az daha... 
Yaklaşık 650 sayfalık kitabı bir an önce bitirmek için sanıyorum ki beynimin tüm hücrelerini kullandım. Zaten üç beş kadar hücrem ya vardır ya da yoktur. Onlar da helak oldular.

Her neyse anacım, yine bir ''okuyun, okutturun'' köşesi ile karşınızdayım. 
Yes beybi ! Bir kitap adı verip hemen kaçacağım. 


''Ejderha Dövmeli Kız''

Polisiye, cinayet, gerilim vs... 
İlk sayfalar yavaş gitse de sonrasında bir açılıyor ki sormayın.
Bir solukta okudum. Şimdi araya bir Tess Gerritsen sıkıştırıp onu bitirdikten sonra ''Ateşle Oynayan Kız''a geçeceğim.

Okuyunuz ve okutturunuz efendim. Pişman olmazsınız.

Haydi kalın sağlıcakla...

Salı, Temmuz 12, 2011

Söz'lü Blog


'' Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek, topluma bir bela kazandırmaktır. ''


Theodore Roosevelt





Cuma, Temmuz 08, 2011

Fenerbahçe

Yalan değil üzülüyorum, hakikaten çok üzülüyorum.
Birileri suçlu ya da değil bilemem ama takımını yürekten seven, attığı bir golle havalara zıplayan taraftarların bir haftadır yaşadıkları, hissettikleri yürek acısına çok üzülüyorum. (yaşadığım, hissettiğim)


Kana kana şampiyonluk yaşanacakken, yana yana soruşturma yaşanmasına çok üzülüyorum.


''Düşene bir de biz vuralım'' mentalitesi ile, kendi ellerine de çamur bulaştığını bile bile o çamuru görmezden gelip, sadece Fenerbahçe'ye yorum yapanlara ve yapılan çirkin yorumlara çok üzülüyorum.


Üzülüyorum işte, bana bunları yazdıracak kadar çok üzülüyorum.


Fenerbahçe'liyim. 
Fenerbahçe'li olmayı da çok seviyorum. 
Futboldan anladığını zanneden bir ergen edası değil bu yazdıklarım. 
Aldığımız bir galibiyette nasıl mutlu olduğumu biliyorum ben; ve böyle olan milyonlarca Fenerbahçe taraftarını...


Çok büyüksün Fenerbahçe, her zaman da öyle olacaksın. Başka sözüm yok...

Perşembe, Temmuz 07, 2011

Kahpe Felek

Aslında hayat insanın önüne o kadar çarpıcı örnekler çıkarıyor ki ! Ne kadere kızmaya hakkımız var, ne de feleğe. Gördüklerimizden ''ders almama'' defektimizi, feleğin önüne ''kahpe'' sıfatı yakıştırarak örtmeye çalışıyoruz.


İş yerinde sorun mu yaşadık? Kahpe felek!
Aile içinde sıkıntı mı var? Kahpe felek!
Sınavı kazanamadık mı? Kahpe felek!
Sayısal oynadık, tutmadı mı? Ah kahpe felek!



Egomuz kendimizi aklama moduna öylesine ayarlanmış ki, kendisinden başka kimseyi görmüyor. Kendisinden başka herkes, her şey ''tu kaka''.


Yürek sesimiz eksik. Daha doğrusu zamanla eksiliyor. Takvim yaşımız büyüdükçe; merhamet diyen, yardım diyen, insanlık diyen yürek sesimizin frekansı hızla azalıyor. Belki de, başka sesler kapatıyor üzerini, duyamıyoruz. Kafamızda ''sadece kendini düşün'' tilkileri dolaşıp duruyor.


''Oku'' diye gelmiş ilk emir. 
Okumak, bakmak, görmek, etrafında olup biteni anlamak, gerçeği değerlendirmek, yargılayabilmek...
Yaşayanları ve yaşadıklarını idrak etmek ve sonrasında ders çıkarmak. Tüm bunlar, feleğe küfretmek için gösterilen çabadan daha fazlasını hak ediyor.

Kendimiz dışında bir varlık için bir şeyler yapmak aslında kendimiz için bir şeyler yapmaktır. Yaratılmışlara el uzatmak... Felekle barışmanın en güzel, en kolay yolu bu olsa gerek...


Nette gördüğüm bir fotoğraf çok etkiledi beni. Bundan sebep yazdım..


İki çocuk...
7-8 yaşlarında...
Oyun çocukları...
Bir kanalın yanından geçerlerken, kanala düşmüş köpeği görüyorlar. 

Köpeği kurtarmaya çalışıyorlar... Ölümüne!
An'lık hayat dersi!
Tüyler ürpertici!

Sarsıcı!
Ezici!


''Işık ışıktır görene! Işıktan köre ne!'' demiş Mevlana.
Işıktır bu fotoğraf, tabii ki görene...



Haydi kalın sağlıcakla...

Çarşamba, Temmuz 06, 2011

Yıldızlı Aferin

Muayene için hastaneye getirdiği hasta çocuğunu, uzayıp giden kayıt sırasına sokup, kendileri bekleme koltuklarında rahat rahat oturan ebeveynler ! başınızdan vuvuzelalar eksik olmasın...
Yıldızlı aferinler sizlerin olsunnn, şampiii !










Beyoğlu Rapsodisi

Kitap hastasıyım, delisiyim filan...
Bir de polisiye ya da siyasi kitaplar oldu mu tadından yenmiyor valla. Şakır şakır gidiyor. Okuyorum da okuyorum. 
Sende ilk defa kitap paylaşacağım sevgülü blogum. Çok heyecan şeyettirdim o yüzden. 


Beyoğlu Rapsodisi, Ahmet Ümit'in polisiye romanlarından birisi. 


Ahmet Ümit, okumaktan çok keyif aldığım bir yazar. Dili, anlatımı ve üslubu o kadar rahat ki bir solukta okunuveriyor. Beyoğlu Rapsodisi de aynen öyle efendim. Kurgu çok iyi, final oldukça şaşırtıcı. Okurkenki tahminlerimde katile teğet bile geçememişim. Bu durum beni yazara daha çok bağlıyor elbette. O derece yani. Üstelik İstanbul'un tarihine olan hakimiyeti de oldukça etkileyici.


Kısaca;
Kitap diyorsanız, polisiye diyorsanız, sıkılmayayım diyorsanız okuyunuz efendim.